“Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık... Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız... Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olannınızdır (O’ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurat Sûresi, 13)
::::: ARAP Sözcüğünün Anlamı:::::
Nuh’un peygamberin en büyük oğlu Sam’ın neslinden gelen yani Sami ırkına mensupturlar.
- Lugatte Arap Sözcüğü, ‘GÜZEL’ anlamına gelir.
- Coğrafi olarak ise Arabistan Yarımadasında doğup büyüyen, oranın iklimi, havası, suyu ve gıdası ile yetişen ve onların kanından olan kimselere verilen addır.
- Araplar beyaz ve buğday benizli olurlar.
- Bazılarına göre ARAP kelimesi, ‘batı’ manasına gelen Sami bir kökten türemiş olup ilk önce Mezopotamyalılar tarafından Fırat’ın batısında oturanlar için kullanılmıştır. Ancak bir milletin başka bir millete nisbetle kendi coğrafi durumunu gösteren bir kelimeyi ad olarak aldığı görülmediğine göre bu açıklama doğru değildir.
- Bunun yanında kelimeyi göçebelik kavramı ile açıklamaya çalışanların görüşleri daha inandırıcı olmuştur. Bunlardan biri, Arap kelimesini ‘ kara ülkesi ‘ anlamına gelen İbranice ARABHa, diğeri ise göçebelerin hayatını ifade eden EREBHe bağlayan görüştür.
- Ayrıca Arap kelimesinin ‘çöl’, ‘çölde yaşayan kimse’ manasına geldiğini kabul edenlerde vardır.
::::::Arap Kelimesinin Tarihçesi::::::::
Arap kelimesi ilk defa Asur kralı III. Salmanasar’ın Suriye de hüküm sürmekte olan küçük devletlerin isyanından ve bunları bunların bozguna uğratılmasından bahseden bahseden M.ö.853 deki kitabesinde geçmektedir. Bu tarihten itibaren m.ö.6.yy’a kadar Asur ve Babil kitabelerinde ARABİ, ARABU ve URBİ adlarına sıksık rastlanmaktadır.
Arabistan Bölgesi; Tarihçiler Arapların yaşadıkları vatanı, genel olarak beş kısma ayırmışlardır: Tihâme, Hicâz, Necid, Aruz ve Yemen. Bu bölgeler coğrafî yapı ve özelliklerine göre isim almışlardır. Bu coğrafya üzerinde yaşayan Araplar temelde iki ana kola ayrılmakta, diğer bir ifadeyle iki ataya dayanmaktadır. Arap yarımadasının güneyinde Kahtânîler, kuzeyinde ise Adnânîler yerleşmişlerdir. Her iki bölgede yaşayan Araplar belirli bölgelerde sosyal guruplar oluşturarak hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
:::::Arap Halkı ve devleti Hakkında Müelliflerin Düşünceleri:::::
Coğrafyacı Eratosthenes ve Strabaton, Tabiat tarihçisi Plinius ve tarihçi Sicilyalı Diodoros eskiçağın tanınmış müellifleri ARABİSTAN’ı efsanevi servet ve bolluk diyarı, halkını da hürriyet ve istiklal aşığı olarak anlatırlar. Sebe Halkının zenginliği herkesi kıskandırıyordu bazı tarihçiler bu yazılarında dile getirmişlerdir. Örneğin ;
- Strabe şöyle diyor:
"Sebeliler altın ve gümüş kaplar kullanıyorlardı, evlerinin tavanları, duvarları ve kapıları bile fildişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslüydü."
- Pliny şöyle der:
"Roma'nın ve İran'ın bütün zenginlikleri Sebelilerin ellerine akıyor. Onlar bugün dünyanın en zengin halkı ve verimli toprakları, bahçeler, bitkiler ve hayvanlarla dolu."
- Artemidorus ise şöyle der:
"Bu insanlar lüks içinde yüzüyorlar. Yakacak olarak tarçın ağacı, sandal ağacı ve başka güzel kokulu ağaçlar yakıyorlar." Aynı şekilde Yunan tarihçileri de Sebelilerin sahip olduğu sahillerden geçerken gemilerin içinden bile bu toprakların güzel kokusunu duyan yolculardan bahsederler.
::::::::ARAP KOLLARI:::::::
Arap milli geleneği Arapları tarihi açıdan iki büyük kısma ayırır. Bunlar;
A) Arab-ı Bâide:
bu gruba dahil olanlar tarihin eski devirlerinde yaşamış olup daha sonra çeşitli sebeplerle yok olmuşlardır. Bu Kavimler; Âd, Semûd, Medyen, Amâlika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl, Hadûra, Cedis ve birinci Cürhümdür.
B) Arab-ı Bâkiye:
Bunlar soyları devam eden Araplardır. Bunlar iki ana kola ayrılırlar. Bu kollar Arab-ı Âribe ve Arab-ı Müsta’ribedir. Bu ayrılmanın Tevrat’a da aksettiği görülmektedir. Tekvîn’in onuncu bölümünde ‘Sam oğullarının iki ayrı koldan gelerek biri Arabistan’ın güney-batı ( aribe ), diğeri ise orta ve kuzey kavimlerini meydana getirdiği ve sonuncuların İbranilere daha yakın akraba olduğu’ belirtilir. Bu ayırma dil ve kültürden kaynaklanır.
1- Arab-ı Âribe:
Kahtânîlerin ceddi Kahtân'dır. Bütün İslâm kaynakları ve Tevrat, Kahtân'ın Hz. Nuh'un oğlu Sâm'ın soyundan geldiği konusunda birleşmekte, ancak hayatı hakkında hemen hiç bilgi vermemektedir. Ensâb âlimlerinin bir kısmı, onun Tevrat'ta geçen Yaktan olduğunu kabul edip bazı isimlerin Arapça söyleniş şekliyle oradaki şeceresini Nûh oğlu Sâm oğlu Erfahşez oğlu Şâleh oğlu Âbir oğlu Kahtân şeklinde vermektedirler. Kahtâniler adı verilen bu kabileler grubunun anavatanı Yemen’dir. Bunlar Cürhüm ve Ya’rub olmak üzere iki büyük kola ayrılırlar. Ya’rub’dan da kehlân ve Himyer adında iki ayrı koldan birçok kabile ve batın meydana gelmiştir.
Eshabdan biri Resullah’a sordu ; ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Sebe bir arazi mi bir kadın mıdır?’ diye sordu. Hz. Peygamber cevaben ‘Ne arazi ne de kadındır; fakat bir kişidir ki bu kişiden on kabile türemiştir. Altısı Yemen’e yerleşmiş, dördü de Şam’a gelmiştir. Şam’a gelenler Lahm, Cüzam, Gassan, Amile kabileleridir. Yemen’de yerleşenler ise Ezd, Kinde, Himyer, Eş’arîler, Enmarlar ve Mezhic kabileleridir’ dedi. Soran adam ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Enmar da nedir?’ diye sordu. Hz. Peygamber cevab olarak buyurdu: ‘Onlar o kimselerdir ki Has’am, Becile onlardandır’ ( Kutub-u Sitte )
Bu kabileler değişik zamanlarda değişik sebeplerle anavatanlarını terk ederek Arabistan’ın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Kehlânilerden;
• Ezd kabilesi kuzeye göç etti,
• bir müddet sonra bunlardan Evs ( Mezhici ) ve Hazrec Medine’ye göç ederek oraya yerleşti,
• Huzaâ kabilesi Mekke’ye yerleşerek Cürhümleri oradan kovdu.
• Lahm ve Cüzâm kabileleri Hîre’ye yerleşti
• Tayy ve Zübeydi ( Mezhici ) kabileleri Nejd bölgesinin Ha’il şehrinde bulunan Ecâ ve Salmâ dağları arasına arasına yerleşti.
• Kinde Kabilesi ise önce Bahreyn ve daha sonra Hadramut ve nihayet Nejd’e yerleşti.
Hz. Peygamber de, Yemen’den bir heyetin İslâm’ı öğrenmek için kendisine gelmesi üzerine ashâbına dönmüş ve “Size Yemen heyeti geldi. Yemenliler kalpleri nârin ve gönülleri yumuşak insanlardır. İmân ve hikmet Yemenlidir. Deve sahiplerinde iftihâr ve kibir, koyun sahiplerinde ise sükûnet ve tevâzu vardır” buyurmuştur. ( BUHARİ, MEĞAZİ, 74. ) Aynı hadisin bir başka rivâyetinde ise Hz. Peygamber’in, eliyle Yemen tarafını işâret ederek “imân işte şuradadır” dediği ve ayrıca “deve sahipleri” ile Rabîa ve Mudar kabilelerini yani Adnânîleri kastettiği vurgulanır.
2- Arab-ı Müsta’ribe:
Esas itibariyle Arap olmayıp, sonradan Araplaşan kabilelerden meydana gelmektedirler. Bu kabilelere, Adnâniler, İsmâilîler, Meaddîler, Nizârîler de denilmektedir. Bu kabileler Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in soyundan olan Adnanın oğlu Mead’ın neslinden gelirler. Adnân’a mensup kabileler şöyle sıralanabilir;
• Nizar ( İyâd, Enmar, Rebiâ, Mudar )
• Rebiâ ( Esed, Aneze, Abdulkays, Vail )
• Mudar ( Kays-ı Aylan, İlyâs )
• Kays-ı Aylan ( Süleym, Hevâzin, Gatafân )
• Gatafân ( Abs, Zübyân )
• İlyâs ( Temim, Hüzeyl, Esed, Kinâne )
• Kinâne ( kureyş )
• Kureyş ( Cemûh, Sehm, Adî, Mahzûm, Teym, Zühre, Kusay )
• Kusay ( Abuddâr, Esed b. Abduluzzâ, Abdumenâf )
• Abdumenâf ( Abdülşems, Nevfel, Muttalib, Hâşim )
::::::ARAPLARDA KABİLE HAYAT:::::
Orta boyutta bir toplum yaşantısını yansıtan kabilecilik;
- bireyleri sıkı bağlarla bir birine ve aynı zamanda kendisine bağlayan,
- bireye hak ve sorumluluklar yükleyen,
- kendisine bağladığı fertlerin haklarını savunmada diğer topluluklara karşı bir devlet gibi davranan,
- dolayısıyla savaşlar ve barışlar hatta anlaşmalar yapan,
- inançları, örf ve adetleri uğrunda mücâdele eden
- ve kendi içindeki toplumsal hayata yön veren bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.
- Bütün bunlara bağlı olarak, kabilenin yapısı, işleyişi, düzeni vs. gibi değişik alanlarla ilgili zengin bir terminoloji gelişmiştir.
- Bu terminoloji, tabiatıyla edebiyat alanına olduğu gibi yansımıştır.
- Kabileler arası ilişkilerin artması, dilde, sosyal, siyasî ve ticarî alanla ilgili olarak yeni ıstılahların doğmasına neden olur, dolayısıyla kültürel ve edebî zenginliğin artmasını sağlar. Bütün bunlar edebî alana fazlaca yansıdığından önem arz etmektedir.
- Kabilelerin kahraman, cömert, ahlâklı, hoşgörülü, misafirperver ve savaşçı bir ruha sahip olmaları övündükleri hususiyetlerin başında gelmektedir.
:::::KABİLE Sözcüğünün Kelime Anlamı:::::
K B L (قبل) kökünden türemiş olan bu kelime, ilk (orijinal) manalara kadar inen büyük çaplı lügatlerde,
- bir bütünü oluşturan parçalardan her biri,
- veya aynı türden oluşan gurup ve sınıf gibi değişik anlamlara gelmektedir.
- Bu bağlamda, bir babanın nesli , cemaat veya kafatasını oluşturan kemiklerden her biri anlamını da içermektedir.
Daha çok (قبائل) vezninde çoğul şekliyle kullanılan bu kelimenin bazı terkipleri şöyledir:
- (قبائل الشجرة) = Ağacın dalları,
- (قبائل الرحل) = Yolculuk esnasında yüklerinin bağlanmasında iplerin oluşturduğu bağlam ve ayrılımlar
- (قبائل الناس) = Birbirlerine bağlı değişik guruplardan oluşan insan toplulukları.
Bu bağlamda bir topluluk veya bir gurup halinde belli bir insan kitlesini ifade eden kabîle¬nin sosyolojik yapı itibariyle hem alt tabakaları ve hem de bir üst sınıfının olduğu görülür.
:::::::KABİLE YAPISINDA TABAKALAR::::::
Bu üst sınıf şa’b (شعب)'dır. Karşıt anlamlar içeren kelimelerden olan şa’b, toplayıp bir araya getirmek; dağıtmak veya ıslah etmek, yapmak; bozmak ve ifsat etmek anlamlarına gelmektedir: Bu anlamda şa’b, "kabîle" denen parçaların birbirine bağlı ve ayrılmaz şekilde oluşturdukları bütün demektir. Diğer bir ifadeyle kabilelerin bir araya gelmesiyle şa’b oluşur. Bu itibarla büyük kabile olan şa’b; alt kabilelerden oluşan bir topluluk veya bu kabilelerin so¬nuçta vardıkları aynı soy anlamını taşımaktadır. Kabilenin diğer alt tabakalarından en yaygın olanları ‘imâre, batn, fahz ve fasîle'dir. Bunu tam sırasına koyduğumuzda: Şa’b / Kabîle / ‘İmâre / Batn / Fahz / Fasîle.
Örneğin;
Kahtan Şa’b, Mezhic Kabile , Sad Elaşire ‘imare , Zübeydi Batn , Elbu Şaban Fahz, Afadle Fasiledir.
Adnan Şa’b, Kinâne kabîle, Kureyş 'imâre, Kusay batn, Hâşimoğulları fahz, Abbâsoğulları ise fasîledir.
kabile yapısının, insanın vücut yapısına benzetilmiş olması dikkat çekmektedir;
- Şa’b kafatasına,
- kabile, bu kafatasının ayrılmaz parçalarından her birine,
- ‘imâre vücudun göğüs kısmına;
- batn isminden de anlaşılacağı üzere karın kısmına,
- fahz dizlere ve
- fasîle de diz kapağından aşağı kısmına benzetilerek, baş esas kabul edilmiş, yukarıdan aşağıya doğru bir sıralama ile aslından uzaklaşan kabileler durumlarına göre isim almışlardır.
Burada Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s )’in bir hadisi şerifi aklıma gelmektedir. Müsadenizle bunu sizle paylaşmak isterim;
**Hz. Osman şöyle anlatıyor, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu duydum: "İman Yemen'dedir; iman Kahtan'dadır. Katılıksa Adnan oğullarındadır. Himyerliler Arapların başı ve dişleri, Mezhic kabilesi de kellesi ve ismetidir ( Dürüst ve Temizi ). Ezdliler ise Arapların sırtıdır. Hemdan kabilesine gelince onlar da Arapların belkemiği ve zirvesidir. Ey Rabb'im! Kendileriyle dinini yerleştirip tahkim ettiğin Ensar'ı bağışla! Onlar beni bağırlarına bastılar, koruyup yardım ettiler. Onlar bu dünyada arkadaşlarım, âhirette ise etbaımdırlar. Ensar, ümmetim içerisinde cennete ilk girecek olanlardır". ** **Heysemî X/41 (Bezzar'dan).
::::::::ARAPLARIN SOSYAL YAPISI:::::::
Araplar BEDEVÎ ( Ehlü’l-veber ) ve HADARÎ ( Ehlü’l-meder ) olmak üzere ikiye ayrılırdı. Hadarîler köy ve şehirlerde yerleşik bir hayat sürer, Bedeviler ise çölde bir hayat yaşarlardı. Arap toplumunun temelini, aynı atadan gelmiş fertlerden oluşan aile teşkil ederdi.
• ASABİYET kabilelerin ruhudur. Ve Araplar ancak nesep bağına dayalı bir idareyi tanırlardı. Nesep Asabiyetin temelini teşkil ettiği için bedevi olsun hadari olsun her arap nesebini korumaya özen gösterir ve atalarının adını ezbere bilirdi. Kabilenin menfaatini korumak için çalışmak asabiyet gereğidir ki bu çoğu zaman körü körüne bir tarafgirlik duygusu olarak ortaya çıkar.
• REİSLİK ( ŞEYHLİK ): Kabileler şahsi meziyetleri veya zenginlikleri sebebiyle bazı şahısları reis olarak tanırlar. Şeyhlerin fazla bir imtiyazları olmadığı halde görev ve yükümlülükleri çok ağırdır. Şeyh kabile fertleri üzerinde mutlak otoriteye sahip olmayıp, önemli konuları kabileyi oluşturan ailelerin meclisleriyle istişare etmek zorundadır. Bu bakımdan şeyh emretmekten ziyade KABİLESİNİ TEMSİL EDER ve FERTLER ARASINDA HAKEMLİK YAPAR. Bedevi şeyhiyle eşit seviyede olduğuna inanır ve onu kendisinden üstün görmez. Şeyhlik babadan oğla geçmemekle beraber şeyhin oğullarından biri kabiliyet ve servetiyle ön plana çıktığı zaman reislik onun elinde kalırdı.
• Mürüvvet, güzel konuşmak, ahde vefa, cömertlik, konu severlik, istiklal aşkı Arapların çok önem verdiği ortak erdemlerdir. Ve şiirlerde hep bu erdemler ön plana çıkarılmıştır. Şiir Arapların en çok sevdiği sanat dalıdır. Övülmek, hürmet görmek, asalet ve cesaretiyle toplum içinde meşhur olmak Arapların en büyük idealidir.
Not: ASABİYET, aynı soydan gelenlerin veya bir başka sebeple aralarında yakınlık bulunanların muhaliflere karşı birlikte hareket etmelerini sağlayan dayanışma duygusudur.
‘’Eğer Bir Şeyi Başaramıyorsan, Onu Başarabileceğin Bir Zamana Kadar Ertele ( Ebu Sevr)’’
‘’Allah’ın yardımını kılıç kuşanır gibi kuşan! Güzel ve tatlı nimetleri azık olarak sırtına bağla! Zira Allah, herhangi bir şeyi ihsan edince artık ondan bir daha dönmez.’’
KAYNAKLAR:
Zekkâr, Târîhu'l-Arab ve'l-Islâm, s. 12.
Ahmed Emîn, Fecru’l-İslâm, çeviri: Ahmet Serdaroğlu, Ankara 1976, s. 33; Zekkâr, Târîhu'1-Arab ve'l-İslâm, s. 12.
Süheyl Zekkâr, Târîhu'l-Arab ve'l-İslâm, Dımaşk 1992, s. 11.
İbn Kuteybe, Edebu’l-kâtib, nşr. Muhammed ed-Dâlî, Beyrut 1985, s. 175.
Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî, Tehzîbu'l-luğa, I-XV, nşr. Abdusselâm Hârûn - M. Ali en-Neccâr, Kahire, tsz. IX, 165; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 541.
İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-'Umde, nşr. M. Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut, 1972, II, 190-191